Dubai’de gastronomi meraklılarının aklına gelen ilk adreslerden biri olan Trèsind Studio, Hindistan mutfağının rafine sunumlarla yeniden yorumlandığı deneyimsel bir alandır. Şef Himanshu Saini tarafından yönetilen bu restoran, sadece yemek değil, aynı zamanda duyusal bir yolculuk sunar. Tabağa gelen her lezzet, özenle düşünülmüş bir hikâyenin parçasıdır. Minimalist atmosferi ve şef masasındaki sunumlar, misafirleri yemeğin merkezine taşır. Menüdeki her bir unsur mevsimsel malzemelerle oluşturulur ve sunumlar bir sanat galerisini andırır. İstanbul’da fine dining konseptine yakın bazı yerlerle karşılaştırıldığında, burada detaylara gösterilen özen çok daha üst düzeydedir.
Ossiano su altı atmosferinde sofistike bir deniz mahsulü deneyimi sunuyor
Atlantis The Palm’ın içinde yer alan Ossiano, Dubai’nin en görkemli restoranlarından biri olmasının yanı sıra, Michelin yıldızını da hak eden zarif detaylarla donatılmıştır. Dev akvaryum manzarası eşliğinde akşam yemeği yemek, bu deneyimi unutulmaz kılar. Şef Grégoire Berger’in önderliğindeki mutfakta deniz mahsulleri başroldedir. Tabağınıza gelen her sunumda teknik ustalık ve lezzet dengesi dikkat çeker. Özellikle istiridye, kırmızı karides ve kavrulmuş kalkan balığı gibi ürünler öne çıkar. İstanbul’daki bazı lüks otel restoranlarıyla kıyaslandığında, Ossiano çok daha teatral ve hikâyeli bir yeme içme deneyimi sunar.
Tasca by José Avillez Portekiz’i Dubai’ye taşıyor
Mandarin Oriental otelinde yer alan Tasca, Portekiz mutfağını Dubai’de modern bir yorumla sunuyor. Michelin yıldızlı şef José Avillez’in imzasını taşıyan menü, Atlantik esintileriyle oluşturulmuş. Deniz ürünleri ağırlıklı seçeneklerin yanında, geleneksel Portekiz tapasları da yer alır. Restoranın açık terası ve Marina manzarası, akşam yemeklerini daha keyifli hale getirir. Gül suyu ile marine edilmiş levrek veya sotelenmiş ahtapot gibi spesiyaller, hem sunum hem de lezzet açısından ön plana çıkar. İstanbul’daki deniz manzaralı balıkçılarla kıyaslandığında, buradaki modernlik ve lezzet derinliği çok daha sofistikedir.
11 Woodfire odun ateşinde pişen aromatik bir yolculuk sunuyor
Jumeirah Beach Road üzerinde yer alan bu Michelin yıldızlı restoran, ismini aldığı gibi odun ateşiyle pişen yemekleriyle dikkat çeker. Şef Akmal Anuar, doğal ateşin aromatik etkisini modern sunumlarla birleştirerek eşsiz tabaklar ortaya koyar. Etler, deniz mahsulleri ve sebzeler farklı odun türleriyle pişirilerek lezzet katmanları oluşturulur. Menü sade ama derinliklidir; kuzu kaburga ya da közlenmiş havuç gibi basit görünen ürünler bile kompleks tatlarla gelir. İstanbul’daki meyhane ateşinden gelen is kokusunun daha rafine hali burada hissedilir.
Al Muntaha Arap mutfağını gökyüzüne taşıyor
Burj Al Arab’ın 27. katında yer alan Al Muntaha, Michelin yıldızlı şef Saverio Sbaragli tarafından yönetilmektedir. Fransız ve Akdeniz mutfağını temel alırken, Arap kültürünün zarif dokunuşlarını da menüde görmek mümkündür. Denizin üzerinde yükselen bu restoranda, manzara kadar yemek de baş döndürücüdür. Kavrulmuş ördek göğsü ya da ıstakoz risotto gibi seçenekler, sunumlarıyla sanatsal bir etki yaratır. İstanbul’daki Boğaz manzaralı fine dining restoranlarla kıyaslandığında, buradaki yüksekliğin verdiği görsel etki, deneyimi bambaşka bir seviyeye taşır.
Hōseki Japon geleneğini sade bir ihtişamla yansıtıyor
Bvlgari Resort’ta yer alan bu zarif Japon restoranı, sadece 9 kişilik kapasitesiyle Dubai’deki en özel gastronomi duraklarından biridir. Omakase konseptiyle çalışan Hōseki’de misafirler şefin günlük seçtiği menüyü deneyimler. Her sunum ustalıkla hazırlanır ve sade ama etkileyici bir ritüel eşliğinde servis edilir. Japon mutfağına sadık kalınarak oluşturulan bu deneyim, İstanbul’daki bazı sushi restoranlarının modern yorumlarının çok ötesindedir. Buradaki atmosfer sessiz, şık ve meditasyon gibi bir yemek deneyimi sunar.
Dinner by Heston Blumenthal tarih ile bilimi birleştiriyor
Atlantis The Royal’de yer alan bu restoran, dünyaca ünlü İngiliz şef Heston Blumenthal’ın tarihi tarifleri modern gastronomi teknikleriyle yorumladığı benzersiz bir deneyim alanıdır. Menüde yer alan her yemek, İngiltere tarihinden esinlenmiş özgün reçetelere dayanır. Etli tart, ağaç kabuğu dumanıyla servis edilen ördek ya da çikolata fosili gibi sunumlar sıradan yemek deneyimlerinin çok ötesindedir. İstanbul’daki klasik mutfak yorumlarının ötesinde, burada her öğün aynı zamanda bir hikâyeye dönüşür.
Row on 45 kişisel şef sunumu ile benzersiz bir deneyim sunuyor
The Grosvenor House Residence’ta yer alan Row on 45, şef Jason Atherton’un özenle kurguladığı, 17 servisten oluşan bir tat menüsüne ev sahipliği yapar. Michelin yıldızlı bir disiplinle yürütülen bu deneyim, tek bir oturumda gerçekleşir ve misafirler aşçının yaratım sürecine birebir tanık olur. İstanbul’da benzer bir “chef’s table” konsepti oldukça sınırlıdır. Dubai’deki bu versiyon ise hem sunum hem servis açısından çok daha ritmik ve teatralsel bir havaya sahiptir.
Jun’s Dubai Asya sokak lezzetlerini yükseltiyor
Dubai’nin hareketli caddelerinden birinde yer alan Jun’s, Asya mutfağının sokak lezzetlerini şık bir biçimde modernleştirir. Şef Kelvin Cheung’un liderliğindeki bu mutfakta Çin, Tayland ve Vietnam etkilerini görmek mümkündür. Menüdeki “char siu” dana kaburga ya da füme ördek mantısı gibi lezzetler öne çıkar. Gerek kullanılan malzemeler gerekse servis sunumu, alışılmış noodle barların çok ötesindedir. İstanbul’daki bazı Asya restoranlarında karşılaşamayacağınız kadar rafine ve dengeli sunumlar Jun’s menüsünde sizi bekler.
Boca sürdürülebilir mutfağın Dubai’deki yüzü
Michelin yıldızlı Boca, sürdürülebilir malzeme kullanımı ve çevreci mutfak yaklaşımıyla öne çıkar. Akdeniz temelli menüsü mevsime göre değişir ve yerel üreticilerden tedarik edilen malzemelerle hazırlanır. Şef Matthijs Stinnissen liderliğinde yürütülen mutfakta her yemek çevreye duyarlı yöntemlerle sunulur. Düşük karbon ayak iziyle hazırlanan her tabak, gastronomik kaliteyle çevresel bilinci birleştirir. İstanbul’daki bazı organik restoranlarla benzer kaygılar taşısa da, burada Michelin disiplini çok daha baskındır.